You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
"Audiences at theaters, fairs, statue raisings, and commemorations of national figures; political rallies; ethnic mobs; May Day celebrations; monarchical festivities; and finally war rallies all take up places in this history. Not only insurgent crowds, but festive ones as well have political and material goals, Freifeld finds. And hope for liberal nationalism, which Hungarian crowds carried from their experience of 1848, thus continued to confront the monarchy, its bureaucracy, and the gentry.
None
This book looks at the problems connected with the modernization of a Central European state and its development from a feudal to a civil society. Using the history of Hungary over the last 150 years as a model, the author sheds light on political, social and economic trends in the region as a whole.
"Eğer aşk, cümlelerimde yeniden parlarsa bir rahatlığa kavuşacak gibiyim. Uzun süren hayal gücümün kısırlığı son bulmalı diyorum, ruhum sıkılıyor, moralimse hiç yerinde değil ve ben bu durumda tek bir sözcük dahi yazamıyorum. Öyle sanıyorum ki yeni bir aşk fırtınası hayal gücümün tetiklenmesine yol açabilir ve ben o gerçek aşkım olan cümleler deryasına dalabilirim, huzuru sadece parmaklarımın daktiloda süzülüşünde buluyorum. Kalbim herhangi bir kitabın bile sayfalarında duracak gibi oluyor, içerisindekilerse benim hayatım, varlığım, her şeyim. Onlarsız yaşayamam, kitaplar benim ruhum..." "Sonbahar Geldiğinde" bir yazar için yazamamanın verdiği huzursuzluğun kapılarını aralıyor. Sonbahar hüznünün vermiş olduğu duygusal durumu, eski bir aşkı ve yaşanmışlıkları akıcı bir şekilde anlatıyor. Bir ruh buhranı içinde göl evinde sıkışıp kalmış olan yazar B.'nin hayatından bir kesit... Sonbahar Geldiğinde daha önce yayımlanmış olan romanlarımdan farklı olarak yalnızca elektronik ortamda yayımlanmaktadır.
Hüzün, anlatılmaz bir tadın adıdır Anadolu’da. Biber acısı gibi… Yakan, sızlatan, terleten; sonra da özge bir lezzet, garip bir rahatlık veren… “Melâl” ve “hüzün” her dem “âşina” olduğumuz iki özel duygudur. Bir şahin pençesi gibi oyar içimizi sevgilinin mahzun bakışı. “Melâli bilmeyen nesle âşina değiliz” der Yahya Kemal. Öylesine ruhumuza işlemiştir hüzün ve melâl nesiller boyu… Bakışlarımız hüzünlü, türkülerimiz hüzünlü, öykülerimiz hüzünlüdür… Okuyan hüzünlüdür, yazan hüzünlüdür; bağlama hüzünlüdür, ozan hüzünlüdür; bahar hüzünlüdür, hazan hüzünlüdür… Ezelîdir hüzne âşinalığımız bizim… “Bir seher vaktinde indim bağlara/ Öter şeyda bülbül gül yârelenir…” (Âşık Daimi) Dedim ki bülbül-i şeydaya; “Hazır rastlamışken sana, şöyle hüzünle bir çile ki, melâli anlayıp mahzun olalım…” Güldü bülbül-i şeyda. Gülüşü hüzünlüydü… “Yetmez mi musâb olduğun bunca devâhi?” dedi. “Neşeyi koydunsa bul, sevinç sahrada serap… Yürü git işine bre akılsız adam! Hüzün adrese gelir…”
Sir Isaac Newton kanonunun Principia’dan sonraki en önemli eseri, Fizik ve tüm bilim tarihi açısından tartışılmaz bir konumda bulunan “Opticks”; Bilim ve düşünce tarihçisi Derya Gürses Tarbuck önderliğinde; Evren İşbilen ve Caner C. Turan çevirisi/editörlüğüyle, Fihrist Kitap tarafından ilk kez tam haliyle Türkçede! Newton, bu çalışmasında aksiyomlar veya teorik tezler üzerine konuşmaktan ziyade, bilimsel verileri sunmuş ve bu veriler doğrultusunda belirlediği matematiksel kurallar inşa etmiştir. Örneğin, Optik’in belki de en büyük başarısı, Aristoteles döneminden bu yana süregelen saf ışığın renksiz oluşu dogması, Newton tarafında...