You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
Ağrı ili hem kültürü hem konumu itibariyle ülkemizin önemli kentlerinden biridir. Bir tarafta İran ile komşu oluşu onu jeopolitik bir konuma oturturken diğer tarafta Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’nda olduğu inanışı onu turizm açısından önemli kılmaktadır. Daha önce Prof. Dr. Zeki TAŞTAN’ın editörlüğünde çıkartılan Ağrı Akademik Makaleler I ve Ağrı Akademik Makaleler II isimli kitap serisinin üçüncüsü olarak yapılan bu çalışma, ilimizin ekonomik, sosyal, siyasal, toplumsal ve edebî yönünü okuyucuların dikkatlerine sunmayı ve ilimizle ilgili bilimsel çalışmaları bir araya toplamayı amaçlamaktadır. Böylece ilimiz ile ilgili var ol...
HEYBE Bir tarafta bulup bulup kaybeden, Öte yanda hep kazanan haybeden… Mesel diye, masal diye söylenir, Gerçeklere misal diye söylenir… Kimisine ibret olur kıssalar, Kimi tınmaz ensesine bassalar… Derûnunda neler saklar hâneler? Gönüllerin gözüdür divâneler… O gözlerden bakmasını bil yeter, O mecrada akmasını bil yeter… Kafdağı’dır aklın durduğu sınır, Hayâlin mantığı vurduğu sınır… Hayat masal; her kitapta sen varsın, Oku ey dost; bu kitapta sen varsın… Söyle nesin ruh gidince hey beden? Gel sen de nasibin al bu heybeden… “Heybe”nin hamulesi; can özü, gönül sesi, Taşınsın çağdan çağa sevgilerin heybesi…
Sevdası bengisular gibidir Anatolia’nın. Yedidenizler Ülkesi’nin bu erişilmez dilberine kimler vurgun değildir ki?.. Periler Padişahının oğlu, Cinler Kralının kuzeni... Ama o, gönlünün sultanını bulmuş; her şeyiyle Gündoğu Ülkesinin Beyoğlu’nun yâri olmuştur... Mutludur Anatolia... Gayrı adı Anadolu’dur... Analar kadar kutludur... “Durup durup ”ah” çekiyordu karanlık kuyulardan Durdu Dede. Güneşin yüzü balçıkla sıvalıydı. Sıvaları dökülmüş kerpiç duvarlı evlerde, kat kat dürülmüş masaların üzerine çömelen televizyonlardan; en ciyak renklerin sivri tırnaklı parmakları uzanıyordu çocuk gözlerine...” Bu roman; “üç boyutlu roman” türünün ilk sedef düğmesidir “Anatolia”nın göğsüne şiir ibrişimiyle dikilen...
Düşler bunca dizginsiz, hayaller böylesine pembe ve gerçekler böyle gri olmasaydı keşke... Uçurumların uğultusuna kapalı kulaklarına pembe tüylü türküler söylendikçe, sabaha daha çok var demektir... N'olur? Sarıçiçekler solmasın. Sarı kurdeleler takılmasın pıtrak dikenlerine. İğde dallarının o zarif eğimi yanlış yorumlanmasın. Ve 'Yan Yol'larda umut çiçeklerini umutsuzluğun kara lastikleri ezip geçmesin... *** "Zavallı yavrum... Öylesine güçsüzüm ki... Gücüm çatsa, tutup elinden, seni mutluluğa uçurmaz mıyım? Tükendik. Sana kanat takmaya gücüm yok. Seni koruyamam... Sana bakamam... İkimiz de el bakıncıyız yaralı ceylanım, bahtı karam... Bir lokmanın hesabını vermeye mahkûm insanlarız... Ah bir tanem!.. İstemez miyim?.. İstemez miyim sanıyorsun?.. Elimden bir şey gelmez. Seni Allah'a emanet ediyorum kızım..."
“Düşman birlikleri top menziline girer girmez; ‘Bismillah! Ateeeeşşşş!..’ emrini verdi. Uzun menzilli Krupp bataryaları aynı anda gök gibi gürlediler. Bu öylesine bir salvoydu ki; sanki on iki top değil de, küffar zulmüne karşı binlerce toptan gürleyen ilahî bir gazaptı... Gökler çatırdıyor, yerler sarsılıyordu... Bu top sesleri, milletin belleğinde bu güne kadar unutulmadan gelen o meşhur ‘Plevne Marşı’ndaki akıl almaz mısranın doğuşuydu sanki: ‘Osman Paşa’nın kolundan beş bin top birden patladı!...’ Oysa, patlayan topu topu on iki toptu... Ama patlayan bu on iki top; rahat ve kendi gücünden emin olarak Plevne üzerine yürüyen şımarık düşman ordusunun ödünü patlatmaya yetmişti...” Plevne ve Gazi Osman Paşa... Bu efsane savunmayı yaptıran ruhu bu eserde bulacak, hüzün ve ibretle okuyacaksınız...
Hüzün, anlatılmaz bir tadın adıdır Anadolu’da. Biber acısı gibi… Yakan, sızlatan, terleten; sonra da özge bir lezzet, garip bir rahatlık veren… “Melâl” ve “hüzün” her dem “âşina” olduğumuz iki özel duygudur. Bir şahin pençesi gibi oyar içimizi sevgilinin mahzun bakışı. “Melâli bilmeyen nesle âşina değiliz” der Yahya Kemal. Öylesine ruhumuza işlemiştir hüzün ve melâl nesiller boyu… Bakışlarımız hüzünlü, türkülerimiz hüzünlü, öykülerimiz hüzünlüdür… Okuyan hüzünlüdür, yazan hüzünlüdür; bağlama hüzünlüdür, ozan hüzünlüdür; bahar hüzünlüdür, hazan hüzünlüdür… Ezelîdir hüzne âşinalığımız bizim… “Bir seher vaktinde indim bağlara/ Öter şeyda bülbül gül yârelenir…” (Âşık Daimi) Dedim ki bülbül-i şeydaya; “Hazır rastlamışken sana, şöyle hüzünle bir çile ki, melâli anlayıp mahzun olalım…” Güldü bülbül-i şeyda. Gülüşü hüzünlüydü… “Yetmez mi musâb olduğun bunca devâhi?” dedi. “Neşeyi koydunsa bul, sevinç sahrada serap… Yürü git işine bre akılsız adam! Hüzün adrese gelir…”
None
Gayemiz, yapılması gerekenlerle yaptıklarımızı kıyaslamak... Kendimizi muhasebe etmek; önce kendimizi sonra çocuğumuzu tanımak, keşfetmek. Yani içe dönmek... Ümit ediyoruz ki bakışlarımız içe dönerse, orada fıtratta verilen annelik cezbesini, annelik sevdasını bulacağız. İşte o sevda, o cezbe bize, nasıl annelik yapacağımızı öğretecek..
“Derler ki… Gökyüzüne yamanmış el ayası kadar bir bulut, kendisini sürüyüp dağıtacak hafif bir rüzgâr bekliyordu. Ama ne gökte, ne yerde yaprak kımıldatacak bir esinti vardı… Sapsarı bir sıcak; kırışık ensesinden oklanmış sarışın bir dev gibi, bozkıra yüzükoyun uzanmış yatıyordu…” - Sevgili öğrenciler; her hikâyemizin altında, o hikâyede geçen kelimelerin günümüz Türkçesini, hikâyelerin özetini ve atasözlerinin anlamını bulacaksınız… - Kıymetli öğretmenler; bu çalışmamızı öğrencilerinizle paylaşıp; Anadolu kültürü ve edebiyat açısından inceleyip, değerlendireceğinizi umuyoruz… - Değerli okuyucular; “Atasözlerimizin Çıkış Hikâyeleri” adı altında sunduğumuz hikâyelerde, bir “mesel” veya bir “öykü” tadını bulacağınıza inanıyoruz… Bu başucu kitabında, zevkle okuyacağınız (77) Atasözümüzün çıkış hikâyesiyle geçmiş zamana bir yolculuk için var mısınız?...