You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
Kimi dünyaya boş verir, başa gelenleri sineye çeker, işi oluruna bırakır!... Kimi yüreğine batan dikenlerle dertlenir, gözlerinde renkler kaybolur, dünyayı yaşanmaz sanır!... Kimi her lafı, her hareketi ciddiye alır, kuruntuları ile hayatını kendine zehir eder!... Kimi şu alemde tek başına yaşadığını sanır, vurdum duymazlığı içinde, yanında dünya yıkılsa, umuru olmaz!... Kimi yeryüzüne melek geldiğine inanır, etrafındakileri suçlar, her renkten şeytan çıkartır!... Kimi başa geleni iyiye yorar, kış mevsiminde baharları yaşar, dudaklarında tebessümü eksik olmaz!... Ve kimiler birbiri peşi sıra gider!... İşte yüreğimize değen bu kimil...
Geçmiş zamanlarda, şenlikli meclislerde anlatılan fıkralar; hayatın zahmetinden, başta ki idarecilerin katılıklarından olacak, şimdilerde kimselerin dili ucuna takılmıyor. Tebessümü kayıp olan asık suratlıların ağızlarında latifeler; gün ve gün tükeniyor. Konuşmaları süsleyen zarif nüktelerin yerini, kaba benzetmeler alıyor. Canlılıkları silikleşen, karanlıklaşan renkler; esprilerini kayıp edenlerin üzerlerini örtüyor. Halbuki hayvanlar gülemezken, Tanrı gülme meziyetini insanlara vermiş. Bunun kıymeti bilinmiyor. Hayatın tadına varan kahkahalar atılmıyor. Kahkahalara zemin hazırlayan fıkralardan da uzak kalınıyor. Onları anlatmanın da, ...
“CELLAT” tezatların romanıdır. Yan yana gelen siyahla beyazın, birbirine kattığı güzelliğin romanıdır. Bir tezattır; toplumun dışladığı iki insanın, cellat Eyyüb Naci ile .rospu Melinda’nın birbirlerine sevdası! Bir tezattır; korsanların elinden kaçan Borysko’ya sığındığı evdeki adamın verdiği nefreti bir omzunda, Borysko’nun çocukluğundan gelen, çiçeklerin, ağaçların, coşkuların süslediği sevgiyi, celladın öbür omzunda taşıması! Bir tezattır; celladın kanla, kopan başlarla geçen günleri arasında, lanetli yerde iki göz ev yapması, içinde Malinda’sı, güvercinleri, gülleri ile yaşamak istemesi! Tezatlarının dünyasınd...
Farklı melekeye sahip olduğumuzu sanıp, içimizin bir köşesinde dünyayı kurtarma duygusunu, Bay İşgüzar’ı saklı tutarız. Zira hayallere sahip olmakla, başkalarının düşünemediklerinin, kendi aklımızda bulunduğuna inanmakla, hayatın gülen yüzü bizim olur. Ve kimisinde çok, kimisinde az olan bu haslet; Bay İşgüzar’da kendine yetecek, hatta artacak kadar boldur. Nereden çıktığı bilinmez rüzgarlar esip yelkenlerine dolunca, bu adam yerinde duramaz. Dünyayı kurtarmak, değiştirmek için yeryüzüne indiğine inanası gelir ve projelerinin peşine düşer: Kah iki katlı evinin dört odasını pansiyon olarak kullanıp, ülkeyi turizm ile kalkındırma hev...
Dümdüz, inişi çıkışı, rengi olmayan olayların hikayeleri; duygularda iz bırakmaz. Akıllarda kalmaz. Kısa sürede unutulmaya mahkumdur. Böylesini okuyana, “kardeş orada bulduğun ilginçliği anlat” denilse, karşındaki konuşacak söz bulamaz! Oysaki hikaye kitabında her bir yazılanın; kendini dinletecek yanı, kendine has özelliği olmalı. Silik hadiselerin yerini, canlı renkler almalı. Okunduğunda “böylesi de olmaz” denilse bile, akıldan gelen sese boş verip, ondan çıkan ışık huzmesine, insanın tutunası gelmeli!.... Ve DÜZENBAZ; sıradan olaylar yerine olasılığı zor olan, bazen de mucizelere dayanan, insan hasletini ortaya çıkartan yirmi hikayenin kitabıdır…….
Üç oğullarından biri Ceyhan, lisede edebiyat öğretmeni olmuşken diğer ikisinden Dicle P.K.K ya, Fırat ise İşid’e katılmıştır. Bu roman iki oğlunun elemini yaşayan bir babayı, on yaşındayken Mardinli bakırcı ustasından dinlediği efsaneler aklından çıkmayan, ağaçlarla konuşan bir tesisat ustasını anlatır. Kürt Kadir, oğlu Dicle yüzünden yolu mahpushaneye düştüğünde, müdürün su basan odasını tamir edince; P.K.K hükümlüsünün, “neden bizden olmayan birinin yardımına koşuyorsun,” demesi ile karşılaşır. Ona sevgi gözlerinde, içten cevap verir: “Ben Kadir Şahinoğlu, Mardinli bir Kürt’üm. On yaşından sonra yanına geldiğim ...
Çocukluğumda, hayallerimi gizemli hikayeler alırdı. Bazı eşyaların; meçhulleri sakladığını düşünürdüm. Beni yanlarına en çok çekenler de; dolapların üst raflarıydı. Evde kimselerin olmadığı bir gün, etrafı karıştırmaya başlamıştım. Elime bir gazete geçti. Birinci sahifesinde, iri puntolarla yazılı haberi, içim titreyerek okudum: Ankara cinayetinin savcısı, babamın idamını istiyormuş!.... Büyüklerime bunun nasıl bir dava olduğunu sorsam cevap vermeyeceklerini, üstelik boyumdan büyük işlere karışmaktan, beni paylayacaklarını biliyordum. Okuduğum yazının merakını içimde saklayarak, susmak zorunda kaldım!.... Haber yapma gayesi...
Bu adam şair değil ki ama günlerini kaçarak geçirirken gönül penceresini açıyor, duygularını dışa vuruyor, sakıncalı duruma düştüğünde, etrafının değiştiğinden söz ediyor: Böyle günde belli oluyor, / Yüzlerin rengi, / Yüreklerin sevgisi. / Ve insan görüyorum, / Değişen, / Daha düne kadar, / Candan merhaba diyen! Diline zahmet takılıyor: Önde hayallerim, / Arkasında ben, / Ve omuzlarımda, / Kaçaklığın dayanılmaz zahmeti, / Yürüyorum. Kelimeleri kaçarak yaşamanın elemini, ağırlığını taşıyor: Karım, / Boş verelim polisi, / İnsanlar arasına karışalım demiş. / Ve biz dört kişi, / Latif bahar havasında, / Üsküdar’da boğaza k...
Bu piyes seyredenlerin gözü önüne, her türlü melanetle yükselen, arkalarında maiyeti el pençe divan duran, önemli makamların sahiplerini getirecektir. Bunları etrafımızda görmek, hiç zor değildir. Zira sayıları o kadar çoktur ki; saysan bitmez. Onlardan biri de rüşveti kapalı zarflar içinde, ne çıkacağının heyecanı ile alan Şakir’dir. İkinci perdenin başında Özel Kalem Müdürü onu anlatır: “Hak Hukuk partisinin koruyucu kanatları altında günahlar affedilir, onların nurları sayesinde işler rast gitmez miydi? Ama umulan çıkmadı. İktidara gelip cicim aylarını geçirdikten sonra tozu dumana kattılar. Cenklerde celallenen dedelerimiz misali; ...
Kırklareli düğünlerinin dört müzisyeni, Trakya şarkılarında yaşadılar. Hilesiz hurdasız günlerde, kahkahalı alemlerin adamları oldular. Şenliklerinden pay sahibi olmak isteyenler, onların etraflarını aldılar. Ve ihtiyar yaşlarına; aralarındaki sevgi bağı bozulmadan geldiler!.. Yıllar üzerlerine bedbinlik yükleyince, müziklerinde sesler sustu. Eski canlılıkları kayıp oldu. Yaşama sevinci tükenenlerin, çaresizliğine düştüler. Ve çekildikleri soluk almayan duvarları arasında; kendileri ile yüzleşmek zorunda kaldılar!.. Bu insafsız döngüyü kabullenemediler. Ömürlerinden vazgeçmiş yaşıtlarının aksine, dünya nimetlerine gözlerini kapatmadan, hissettikleri yaşlarda kalmak istediler Ve onlar içlerini karartmadan; gönüllerinden gelen sese kulak verdiler!.. “Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün” sözlerine kalsa, yetmiş yaşlarında ölmeleri gerekirken, şaire inat, başlarında dört Moldovalı kadının sevda rüzgarı, dünyayı yaşanacak yer bildiler. Ve onlar ruhlarına çökmüş Kış mevsimini kovup, kendilerini baharın latif esintisine bıraktılar!......