You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
31. sayımızla huzurlarınızdayız. Dijital imkanların artık ucu bucağı görülmeyecek şekilde genişlediği bir dönemde yaşıyoruz. Yapay zekanın yapabildikleri şaşırtmaya devam ediyor. Birkaç ay gibi kısa süre içinde alabildiği mesafeler nereye kadar gidebileceği konusunda da soru işaretlerini muhafaza ediyor. Yapay zeka çağında metin yazarlığı, hikaye anlatma becerisi; ayrıca çeviri, metin düzeltme işleri ters yüz olacak gibi görünüyor. Bu mesleklerin tamamı meydan okumalarla karşı karşıya. Öyle ki belli şirketler etik olarak bir süre yapay zeka çalışmalarına ara vermek zorunda kaldıklarını açıkladılar. Kitapların dünyası da kuşkusuz...
36. sayımızla huzurlarınızdayız. Artık Okur’a matbu olarak ulaşmanın yanında podcast kanallarından da ulaşmanız mümkün. Bu sevindirici haberi vermemizi mümkün kılan mutfak ekibimizi tebrik ediyorum. Her biri gönülden bu işi sahiplenerek ciddiyetle hazırlandılar, var olsunlar. Kanalda ilk programlar yayınlanmaya başlandı ve yeni içerikler de çok yakında gelecek. Yazının sonundaki QR koddan kanala ulaşabilirsiniz. İyi dinlemeler! Bu sayının dosyasında edebiyat ödüllerini tartışmaya açmak istedik. Edebiyat ödülleri hangi ihtiyaçtan nasıl ortaya çıktı, bugün karşılığı ne, ideolojik yönü var mı, hangi saiklerle veriliyor, sadece esere mi b...
Üçüncü Çıkış İki ayın iki gün uzunluğunda olduğunu öğretti bize Karabatak. İki günün birbirine eşit olmaması için çırpınmayı. İlk sayımızı geride bırakmalıydık ikinci sayımızla, üçüncü sayımız ikinciyi aşmalıydı. Sesimize verdiğiniz yankı havayı ve suyu titretti. Üçüncü dalışımızı bu cesaretle gerçekleştirdik. Karabatak’ın irtifası seçkin okurunun beklentilerinin irtifasıdır. Bütün bir yaz elinizden düşürmeyeceğiniz dopdolu bir içerikle huzurunuzdayız. Bütün bir yaz diyoruz, zira Karabatak bir kereye mahsus üç aylık çıkacak. Dördüncü sayımızın Ağustos yerine Eylül’de yayınlanacak oluşunun derginin ve o...
İnsanlara Teşekkür Tanrıya Teşekkür Baharla yaz arasındaki yol ne kadar kısa. Yedinci sayımızla sekizinci sayımız arasında kaç nefes aldık! Nefes yaşamanın, nefes nefese kalmak koşmanın belirtisi. Koşuyor ve koşturuyoruz. Acelemiz var. Hayır, dergi gecikmedi. Geciken biziz. Türk edebiyatının Karabatak’a ne kadar ihtiyacı var! Liseli bir gençtim Ankara’da Necip Fazıl’ın konferanslarına gittiğimde. Kültür merkezlerinde değil sinemalarda verilirdi o vakit konferanslar. Necip Fazıl bir kıvılcım gibi düşerdi salona ve büyük bir yangın çıkardı ruhlarda. Herkes ayakta. Aynı tempoyla alkış tutulurken, bir ağızdan “Üstat – Üstat” diye b...
Baharın Kapısında Baharı hak etmek gerekiyor. Kışa tahammülü olmayanlar baharın anlamını ne bilsin. Fakat haktan çok bir lütuftur bahar yine de, çalışmak yetmez. Hiçbir çabayla ödenmez güneş ve çiçekler. Karabatak kışı çalışarak ve bahar düşleri kurarak geçirdi. Sahih bir edebiyatın karşılıksız kalmayacağını gösterdi ona zaman. Yankının sese verdiği gücü kim inkâr edebilir! Ruhlardaki karşılık hiçbir karşılığa benzemez. Biçimdeki değişiklikten duyduğunuz hoşnutluğu paylaştınız bizimle. Muhtevadaki zenginliğin uyandırdığı coşkuyu. Doğrusu Karabatak bu dikkatlerle irtifasını yükseltmeye devam ediyor yedinci sayıda da. B...
HÜKÜMRANLIĞIN ANAHTARI: BİR NESNEYE İSMİYLE HİTAP ETMEK Yüce Allah, Hz. Âdem’e eşyaların ismini öğretirken en yüksek payelerden birini onun neslinden gelecek âdemoğullarına verdi. Bir nesneye ismiyle hitap etmek, ona hükümran olmak, emri altına almak demekti bir nevi. Bu güçle donanan insan, konuşmak ve hitap etmek suretiyle ruhunu yonttukça yonttu da bazen keskin bir kılıca bazen parlak bir bıçağa dönüştü. Yontulan insan değildi aslında; diliydi. Dil şekillendikçe bir büyü sadır oldu ondan, dinleyenler efsunlandı. Hak yolunda kullanıldığında fetihler gerçekleşti; şer yolunda kullanıldığında kıyımlar. Bu yüzden koruma altına alınmal...
İyi ki Doğdun Karabatak! “Bir edebiyat eseri için on yıl ne ki” diyen Rilke’ye itiraz edebilirsiniz belki. Fakat söz konusu olan üç yılını geride bırakan bir dergiyse o zaman önemsememe gibi bir tavır sergileyemezsiniz. Çünkü bir dergi için her sayı hayatidir. Çok şükür ki Karabatak bunca sayı hayatta kalmayı başararak battığı yerden çıkabileceğini gösterdi. Fakat onunki sıradan bir hayat değil, her geçen gün güçlenen ve büyüyen bir azimle şekillenen bir hayat. Çıktığı ilk günden beri Türk şiirine ve nesrine ivme kazandıran Karabatak, siz değerli okurlarıyla üçüncü yılını kutluyor. Yalnız bırakmayan dostlara sonsuz şükranla...
Beşinci Çıkış İki ayını daha geride bırakan Karabatak yılın son sayısıyla okurunu selamlıyor. Sanatın farklı dallarının birbirine dokunduğunda yeni bir gerilim doğurduğu gerçeğinden hareket eden dergimiz, başta edebiyat olmak üzere tiyatronun, resmin, sinemanın, müziğin, karikatürün ve fotoğrafın kapılarını her aralayışında, güzelliğin tek boyutlu olmadığının bilincine bir kez daha vararak bu estetik ve muhteva zenginliğini okuruyla paylaşmaya çalışıyor. Her kapı yeni kapıları barındırdığından edebiyat da şiir, deneme, poetika, öykü, gezi yazısı gibi kapıların habercisidir. Fakat her şey bununla bitmiyor. Şiir kapısını ara...
KLASİĞİ OLMAYANIN MODERNİ OLMAZ Edebiyat tarihinin görkemli muhafızları olan klasikler, köklerimize ulaşmada kutsal birer eşlikçiye dönüşerek dünü, günü ve geleceği aynı düzlemde buluştururlar. Eskinin bizi yepyeni kucaklamasıdır bu. Ancak bu kucaklamayla kendimizi bulur ve iyileşebiliriz. Aksi takdirde evimize uğramayışımızın hikayesi yılan hikayesine döner; kuşaktan kuşağa zehrini akıtan. Dünya Batı’dan ibaret değildir, dünya klasikleri Batı klasiklerinden ibaret değil. Köklerimizi saklayan toprağa borcumuzdur “Bizim Klasiklerimiz”i diriltmek; edebî ve ebedî tapularıdır ülkemizin zira. Başka ağaçların kökleriyle kendi ağaçları...
Çıkış Karabatak, “Esenlik kıyıda durmaktadır” demeyip, sarp yamaçlardan sulara dalalı çok oluyor. Yunus’la kanatlanmıştı çünkü, “Çevik bahrî olmak gerek, bir deryaya dalmak gerek / Bir gevher çıkarmak gerek, sarraf anı bilmez ola,” diyerek. Fakat deniz derin, cevher ırak, inci gizliydi. Nefes dar, sabır acı, kanatlar acizdi. Sarraf altın neşesini neredeyse kaybetmek üzereydi. “Soluğunu tut, soluğunu tut,” demeseydi Mevlâna, bu kadar uzun kalamazdı derinde. Soluğunu aylarca tuttu ve tam çıkmasından umut kesildiği anda siyah parlak kanatlarından acı sular damlatarak fırladı denizden. Balıkçıların haset yüklü bakışlarına aldır...