You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
“Her gün aynı saatte aynı şeyleri yaptığını, hayatındaki her dakikayı belirlediğini gördüm. Önce ‘İnsan kendisine karşı bile nasıl özgür olamaz?’ diye düşündüm. Ama sonra kendime sordum: ‘Peki ya biz, patronların istediği saatte bu binada olarak, onların belirlediği saatte yemek yiyerek ve yine işten çıkmak için onların verdiği saati bekleyerek, ondan çok mu farklı bir şey yapıyoruz?’”
ŞAHLAR Dünyaya hükmeden şahlar Bir gün olur da mat olur Bülbül gibi şakıyanlar Bir gün olur da tat olur. Tutmaz eli avuçları, Yere düşer göz uçları Kıldan ince kılıçları Bir gün olur da küt olur. Yeter artık varlığınız Halkı köle saydığınız Eşek diye bindiğiniz Bir gün olur da at olur. Bugün böyle gider kervan Yarın bir gün döner devran Kurur hasat yanar harman Bir gün olur da ot olur. Kaf Dağı’nda olan şahlar Koymaz sizi asla ahlar Şaşaalı saltanatlar Bir gün olur da yok olur.
Evvelden örülen bir Duvar ile kendilerini hem şehre hem de yozlaşmaya karşı korumak isteyen köy halkı, maneviyatını muhafaza etmeye uğraşır. Ancak inandıkları değerlere ters düşen bir olayın sonrasında asıl yozlaşma ve ayrışma ahali arasında yaşanacaktır. Şehri imgeleştirirken köy yaşantısını bir zihniyetin vücut bulmuş hâli olarak gözler önüne seren “Köy Burada Bitmiştir” gücün mağduriyete, hırsların ise krizlere dönüştüğü bir hikâyeyi anlatıyor. Selen Öngürü, “Köy Burada Bitmiştir” ile bizleri şehir ve köy hayatının ötesinde bir yere götürüyor.
Lübnan sınırları içerisinde Filistinlilere ait olan bir mülteci kampında doğan Bewar, artık ergenlik çağına gelmiştir. 1948 yıllarında kurulan bu kamp, artık onların evidir. Ne memleketlerine dönebilirler ne de başka bir yere gidebilirler. Oysa Bewar ve arkadaşlarının tek hayali, dışarı çıkabilmek ve ölmeden, güven içinde oyun oynamaktır... Günlerden bir gün, yeni idari düzenleme sayesinde kampa yakın bir yerdeki okula gidebilme umuduna kavuşan Bewar, aslında bir kimliğinin bile olmadığını bu vesileyle öğrenir. Ailecek yaşadıkları sorunlara bir de bu haber eklenince, hayatı tam bir hapishaneye döner. Ve ne hazindir ki, bu cendereden kurtulabilmesi için, çok daha büyük bir yükü sırtlaması gerektirecektir… Emek Eroğlu’nun kaleminden “Yurtsuz”, okurlarını vatan toprağından yoksun bırakılan çocukların öyküsünde misafir ediyor…
Bizi de kandırdılar… Lakin sadece bizi değil; aldatılanlar arasında, siz de varsınız. Velakin ne biz farkındayız kandırıldığımızın ve ne de siz aldatıldığınızı anlamış değilsiniz hâlâ… Tarihler 9. yüzyılı gösterirken, dünyanın kuzey şeridinden Orta Dünya’ya; kendi tecrit alanlarında binlerce yıldan beri saklanmış, bu surette korunmuş, özgün ve adil savaşçılardan müteşekkil bir kavim indi: Bozkırlı Oğuzlar… Bu, ilk inişleri değildi. Daha önceki Binyıllarda, Batı’daki ve Doğu’daki kardeşleri de inmişlerdi Orta Dünya şeridine. Ne yazık ki indikleri yerde devşirilmiş ve mankurtlaştırılarak yok edilmişlerdi. Şimdi ise...
O sırada balkonundaki çiçeğe takıldı gözü. O öldüğünde kim sulayacaktı onu? Kardeşi muhakkak onun hatırası olarak alırdı onu. O an balkonundaki o çiçeğe imrendi. Yaşamak ne kadar da kolaydı onun için. Sadece su ve güneş yeterliydi. Oysa yaşamak onun için hiçbir zaman kolay olmamıştı… Çocukluğundan beri hastalıklarla boğuşuyordu Selin. Ömür boyunca kullanması gereken ilaçları vardı. Şeker hastalığı yüzünden de yediklerine dikkat etmesi gerekmişti her zaman. Hiçbir zaman istediği gibi yaşayamadığını söylerdi bu yüzden. Peki istediği gibi yaşasaydı nasıl bir hayatı olurdu? Veya hayatıyla ilgili farklı kararlar vermiş olsaydı? Mesela nişanlısından ayrılmayıp evlenseydi nasıl bir hayat bekliyor olurdu onu? Veya mezun olduktan sonra kamu personel sınavına çalışıp kazanmış olsaydı? Ya da üniversitede istediği bölümü, resim öğretmenliğini okumuş olsaydı… Vermiş olduğu her bir karar onu farklı yollara, farklı hayatlara götürmüştü. Bundan daha mutlu olduğu hayatları görmek isterdi. Ama şu anki mutsuz hayatını görmeyi istemiyordu…
Selen Öngürü’nün ilk romanı olan Kırık Çember, düşüncesizce işlenen bir cinayet üzerine gerçekleşen tecelliyi konu edinirken, fazlaca önemsenen mahalle kültürünün ve ‘namus’ kavramının açmazını gözler önüne seriyor ve hayatın kendisine daha yakından bakmamız için davetiye çıkartıyor. “Ne yaşadıklarından ne de yaşayacaklarından kaçabilirsin. Sana bahşedilen en güzel şey, unutkanlık. Yaşarken ölümü unutursun; nefsin körelene kadar kirlendiğini unutursun. Faniliği de bilirsin ama ölümü tatmadığından hayattayken de korkmazsın. Peki, yaşarken öleceğini düşünmedin mi hiç?”
Osmanlı İmparatorluğu’nun meşrutî monarşisinin yıkılmaya yüz tuttuğu dönemde, bir avuç vatansever önderin yaktığı istiklâl ateşi ile başlayan bir ölüm-kalım savaşı, Millî Mücadele’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’ni mümkün kıldı. Bir avuç gözüpek serdengeçti, kurtuluş umudunu sayısız cephede, sınırsız diyarlarda, nice halkların yüreğine bir karasevda gibi işledi. Devletin yetmediği yerde milletin inisiyatif alarak yedi düvele karşı koyabileceğini gösterdi. Azimleri, kararlılıkları ve ‘söz konusu vatansa, hiçbir şey teferruat değildir!’ diyen düsturlarıyla bugünümüze bile ışık tutan bu insanlar, kurdukları efsanevi teşkil...
Postmodernizm karşıtı sevimsiz eleştiriler deneme ve şiirin karalama defteri olarak ortaya çıktı. Her hoşumuza giden düşlenim bizim için fayda doğuran şeyler midir? Ya da aklımıza gelen rastgele bir düşünce? Bu kitap da gece yatmadan evvel gömdüğüm ekmek arası domates-peynir kadar natüralist ve aklıma geleni karaladığım verilerden oluşan ağaç parçacıklarından başka bir şey değildi elbette.
Lütfi Bergen’in genişletilmiş 3. Baskısı ile arz-ı endam eden bu eseri, Hz. Âdem ile başlayan bir mefkûreden, bugün muzdarip olduğunuz modernite dünyasına ve maruz kaldığımız sığınmacı akınına varan bir fenomeni; “yerlilik” ile “yer-lilik” arasındaki farkı gönyesine alarak izah ediyor. Bu uğurda pergelinin sabit ucunu resmî makamlardan alınan istatistiklere koyarken, çizdiği çemberi de medeniyet, ahlâk, töre, kavim, millet ve vatan tasavvuru, birey ve aile şuuru, topluluk/cemaat, toplum, cinsiyet, ev/hâne, köy, mahalle, şehir ve kent kavramları üzerinden tamamlıyor. Medeniyetin “göçer-evli”lik ile tekasürcülük (yerleşiklilik) açı...