You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
Benim Küçük Gelinim Kısa Özet *Hanım! Söyle kızına hazırlıklarını yapsın, birkaç aya Cemal Bey’in büyük oğlu ile evlenecek!* Aynı anda verilen kararlar gençlere bildirilirken soluklar tutulmuştu. Ne genç kız evleneceği genç adamı tanıyordu ne de genç adam evleneceği kızı görmek istiyordu… İkisi de eşit şartlardaydı. Bir anda hayatları hakkında alınan karara uymak zorunda bırakılmışlardı. Biri köy beyinin göze çarpan, içindeki iyiliği asla gösteremeyen büyük oğlu, diğeri ise köyün en gözde kızlarından biri olmaya aday temiz kalpli genç bir kız. Onlar birbirini tanımaya çalışırken tam da en mutlu olacakları zamanda, birbirlerini hiç tanımadıklarını acı bir şekilde öğreneceklerdi. Aslında zaman hiçbir şeyin ilacı değildi. Kişi izin verdiği sürece zaman, duyguların körelmesine neden oluyordu. Bazı duyguların körelmesine imkan yoktu. Hayal kırıklığı, pişmanlık ve bağlılık gibi…
Dinimiz; ilme, âlime, ilim öğrenme ve öğretmeye büyük ehemmiyet vermiştir. Çünkü insanın kendisini bilmesi, kâinâtı anlaması, îmar ve ihyâ etmesi, yeryüzünü kendisine musahhar kılması, fert ve toplumun mesut ve refah içinde yaşaması ve en önemlisi Cenâb-ı Hakk’ı ve O’nun indirdiği vahyi bilmesi hep ilimle olur. İlim sahibi insanlar, karanlık dehlizlerde insanlığın rehberi olan elinde meşale tutan kimseler gibidir. İnsanlar, onların ışığında yürür; onların rehberliğinde türlü türlü ölümlerden, açlık ve sefaletten kurtulur. Yine ilim sayesinde insanlar, israftan uzak bir şekilde dünyadaki nîmetleri bölüşürler, sulh ve selâmet ...
20 ADET KÜÇÜK HİKAYE: 1- AŞK YARIŞI 2- GECELEYİN SOKAKLAR 3- PENCERELERİN DİLİ 4- BATAKLARDA 5- HAYATTAN ENSTANTANELER 6- KIRLANGIÇLAR ! 7- MAHALLENİN NAMUSU 8- SEVDA İHTİKARI 9- YAKACIK MEKTUPLARI 10- ÇAPRAZIN ROMANI 11- BİR KEÇİYE BİR ADAM 12- KAHVECİNİN DERDİ 13- KÜR SAATLERİ 14- DÜĞÜNSÜZ KÖY 15- ZİYARET GÜNLERİ 16- AKŞAM GARİPLİĞİ 17- HASTA ARKADAŞIM 18- BEKLENEN DOSTLAR 19- BİR KAHKAHANIN SUÇU 20- YAŞAMAK KAYGISI AŞK YARIŞI - 1 - Gece saat bir... yağmurlu bir yaz gecesi... Bir otomobil, Şişli’nin tenha bir sokağına sapıyor ve köşeyi döner dönmez duruyor. Bir erkek sesi – (Şoföre) Hayır.. Durma... ilerideki büyük apartmanın önünde dur... Bir başka erkek sesi – İki adımlık yer... Yürürüm... Bir kadın sesi – Yağmur bardaktan boşanır gibi yağıyor... Sır sıklam olursunuz. Birinci erkek sesi – Haydi durma, çek... Otomobil, tarif edilen büyük apartmanın önünde durur.
“Bendire üç kere uzun vuruldu ve müritlerin dalgalanması durdu… Şeyhin eline yüzlerini sürdükten sonra, cübbesini üç kez öpen tekrar yerine dönüyor, diz çökerek, başını önüne eğip düşünmeye koyuluyordu.” Büyük sırrı fısıldayan bir tarikat. Ankara’dan Maraş’a ve Adana’ya uzanan esrarlı bir yolculuk. Memleketi ağ gibi saran karanlık bir yapılanma. Tüm bunların ortasında, gözü pek iki avukat: Saim ve Leyla. MÜHÜR, zikir odalarında bendirin tok ve yankılı sesiyle açılan, akıllara kazınacak, sarsıcı bir roman. Gökçer Tahincioğlu, değişmeyen düzenin değişen insanlarını, mühürlenmiş bir aşkı cesurca anlatıyor. “… Her cinayette biraz Kabil’in mührü vardır, her günahın birazı kardeşini öldüren Kabil’indir …”
Siyah gözlü kız kendi gökkuşağını ne yaptı bilmiyordum, yutmuştur belki diye geçirdim aklımdan, zamanı gelince çıkaracaktır da dedim, kimselere söylemeden umut ettim. Kızların neler yutabileceğini o zamanlar tam bilmiyordum ama benim kızımın o kızlardan olmadığını da bilmiyordum. O kendi gökkuşaklarını toplamak yerine başkalarınınkini toplamakla meşgul bir kızdı. Başka dünyadandı. Ayşen Bayazıt Melik bu sıkı örgülü romanında anlatıcı kahramanını hep aynı yerde tutuyor: hasta yatağında. Yaşamını zihninin “sinema”sında izleyen Doktor Osman için gençlik günlerinde yaşanan tutkulu aşkın da, meslek ve aile hayatının da açılıp kapanan perdeler gibi yanıltıcı bir yanı vardır: Sahnede hep aynı dekoru, hep aynı oyuncuları gördüğümüzü düşünürüz. Ama onlar her seferinde değişen suretlerdir… Perdeler’in savrulan kahramanları, Türkiye’nin son otuz yılda değişen ruh halini hikâye ediyor.
Halid Ziya’ya kadar, romancı muhayyilesiyle doğmuş tek muharririmiz yoktur. Hepsi roman veya hikâye yazmaya hevesli insanlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar Tereddütsüz söyleyeceğim ki yazdıklarımın hiçbirisini yazmamış olmak ihtimalini o kadar büyük bir hüzün duymayarak düşünebiliyorum. Fakat Mai ve Siyah için böyle değil! Onu yazmış olmak isterdim. Ve pek iyi etmişim ki yazmışım. Onun için, eksiklikten arınmıştır, baştan ayağa meziyettir demiyorum. Fakat onda hemen bütün ben varım, benim bir daha geri gelmeyecek olan emellerle, hülyalarla ve onların yanı başında hüsranlarla, elemlerle dolu olan gençliğim var. Hatta yalnız benim değil… Bütü...
“Birazdan güneş doğacaktı. Uyuyan cırcırböcekleri uyanacak, yorulanlar uykuya dalacak, insanlar yataklarından kalkıp kahvaltı masasına geçecekti. Yıldızlara bakılırsa bulutsuz, rüzgârsız, ılık bir gün olacaktı. Önce uzaktan düdük sesi duyulacaktı, sonra şehir hatları vapuru, yosunların kokusunu kabartan köpükler çıkararak iskeleye yanaşacaktı. İçi her zamanki gibi çay ve mazot kokacaktı. Halatlar atıldıktan birkaç dakika sonra hemen toplanacaktı; vapur Körburun’da çok beklemeyecekti çünkü Seher’den başka yolcusu olmayacaktı büyük olasılıkla.” Körburun, hem uzak hem yakın bir ada… Sapa, içine kapalı ama bir o kadar da yakın...
“Kırk yıllık arkadaşıydı. Neyi okuyup, neyi okuyamayacağını çok iyi bilirdi. Kaşları çatıldı. Biri bırakmış olmalıydı kitabı. Evet evet, muhakkak böyle olmalıydı. Hiç şüphesi yoktu. Ama… Sayfaları açık duran kitap ters çevrilmiş, yüzükoyun yatırılmıştı. Arkadaşının adetiydi bu; ya sayfanın ucunu kıvırıp kapatırdı kitabı veya böyle açık olarak yüz üstü yatırırdı, okuduğu yer belli olsun diye. İlkokuldan beri tanırdı onu. On sekizinde bile aşk romanlarına pabuç bırakmamıştı da şimdi, altmışları geride bıraktığında mı okuyacaktı? Hadi canım sen de! Evirdi çevirdi kitabı. Barbara Cartland’ın bir romanıydı. Fransızca bilmiyordu; ama yazarı, ne menem bir kitap olduğunu anlamaya yeter de artardı bile.” [Ötüken Neşriyat]
BİR YER VAR BİLİYORUM Hayal adamlarının, hayal ülkelerin özlemini duymasından daha doğal ne olabilir. Yaşadığı dünyanın yaralarına muhayyilesinde şifa arayan ne çok şair ve yazar vardır âlemde. Her şeyi söylemenin mümkün olduğu bir yerin varlığını derinlerinde hisseden Orhan Veli, “Bir yer var, biliyorum; / Her şeyi söylemek mümkün;” derken o yere ad bulmakta zorlanan Ahmet Haşim, bir işaret zamirine tutunarak “O Belde”yi aramaya koyulur: “O belde / Hangi bir kıt’a-yı muhayyelde?” Şehir de icat eder yazarlar; ada da, ülke de icat ederler kıta da. Ta ki kendi boyadıkları bir tabloda nefes alıp verebilsinler. Ta ki okurları da akın et...