You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
This book aims to address both the historical roots and the conceptual structure of populism, to address different aspects of the ongoing deep conceptual debates and to contribute to the literature through original studies. While the classical definition of populism that focuses on the distinction between "the people" and "the elites" continues, its reliance on new media technologies, its relationship with changing modes of political representation and identification, and its increasing ubiquity need to be explained. Therefore, it is necessary to re-discuss populism in the context of the transforming global media. In this new media environment, it is important to abandon the view that populism exists as a direct or unmediated phenomenon between the leader and the people, and to explore and demonstrate the intensely mediated nature of populism. This book aims to present a different perspective on populist discourse and action, thanks to the ubiquity, easy accessibility, increasing speed and scope of communication technologies.
Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, inanılmaz bir hızda seyreden, durmadan kendini çoğaltarak gelişen bir roman. Mekân ve zaman sınırı tanımayan, bir ucu 19. yüzyılda, bir ucu günümüzde, yazınsal bir Türkiye panoraması. Şaşırtıcı bir öykünün bittiğinin sanıldığı yerde, okuru olmadık bir öyküyle yeniden afallatan bir “insan manzaraları” kitabı. Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı kült kitabın yazarı Ayfer Tunç, bu kez, Karadeniz’in küçük bir kentinde denize sırtını dönmüş bir akıl hastanesinden yola çıkarak, akıllara durgunluk veren kişilerin yaşam zincirlerinden müthiş eğlenceli bir roman örüyor. Yalan Yanlış, yaklaşık yüz yıllık bir kesitte, siyasal ve toplumsal dönüm noktalarının insanların yaşamlarında bıraktığı izleri sürüyor. Yalan Yanlış’ı soluk soluğa okurken, Türkiye’nin bütün hallerini yaşayacak, belki de insanlığın ortak hikâyesiyle yüz yüze geleceksiniz.
“Anımsamadığım tüm sözcükler anımsayabildiğim tek bir sözcüktü: Yara!” Eğer bu kitabı okurken baştan sona keder içinde bir Nilgün Marmara bulacağınızı düşünüyorsanız baştan uyaralım; yok. Çünkü onun derdi kederle değildi. O, kendini buraya ait hissetmiyordu sadece... Ece Ayhan’ın da dediği gibi dünyayla yaralıydı. Dünyayla derdi vardı. Ondan bahsederken edebiyata, şiire bakışına, eserlerine, yazdıklarına bakmamak, o yarayı bütün buralarda aramayıp sadece filmin sonundaki intiharına bakmak, “Doğdu ve öldü!” demekle aynıdır. Nilgün Marmara sadece doğup ölmedi. Yaşadı da. İyi bir şair ya da bir yazar olmak değildi derdi. B...
“Devrime de aşka da dair önemli emareler gördüm ben. Duydum da. Sadece kitaplardan edinmedim bu işaretleri. Kendi hayatımda da var. İstedim mi bulurum. Ben devrimin ve aşkın mümkün olduğunu biliyorum.” Ahmet Tulgar’ın yeni öykülerini bir arada bulacağınız Duygusal Anatomi, güncel gelişmelerin, olayların, haksızlık ve baskıların edebiyata nasıl hem “zamanında” hem de nitelikli bir biçimde yansıyabileceğini göstermesi bakımından önemli. Tulgar’ın sözünü ettiği “duygusal anatomi” kuşkusuz yalnızca iç dünyalarımızı ilgilendiren bir “deşme” çalışması değil. Toplumsal hassasiyetlerimizin, kırılma noktalarımızın ve “iç kırmızısı” çizgilerimizin de bir fotoğrafı aynı zamanda. Öykünün tadına varacak, keyifle, biraz da içiniz burkularak okuyacaksınız.
Tekrar yürümeye başladım. İleride birkaç taksi müşteri bekliyor. Bekleyen taksilerden birine yanaşıp, “Donde puedo compra loro?” dedim. Taksi şoförü “Ha lora!” diye gülümseyerek cevap verdi. Taksiye atladım bir süre gittik, eski dökük bir mahallede eski dökük bir binanın önünde durduk. Taksi şoförü evlerden birini göstererek “lora lora” diye gitmem gereken yeri tarif etti... Evin kapısı açık, burası yarı ev, yarı bar gibi bir yer, içeride 5-6 tane de kadın var. Sanırım bu insanlar ormanlarda yakaladıkları papağanları kanun dışı yollardan turistlere satıyorlar. İçeri girdim İspanyolca “Hola” diye selam verdim sonra da bildiğim...
İki hikaye...
Sevdiğiniz için kıskançlığa kapıldığınız oluyor mu? Peki ya, sevdiğiniz için kendinizi gözden çıkardığınız, var gücünüzle fedakârlıklarda bulunduğunuz, kendinizi sorgusuzca uğruna adadığınız, benliğinizden çaldığınız zamanlar var mı? Sevdiğiniz için hep bir şeylere katlandığınız, tahammül etmek zorunda kaldığınız, acı çektiğiniz, çaresiz hissettiğiniz oluyor mu? Böylece giderek sevginin içinde kendiniz olmaktan uzaklaştığınızın farkına varıyor musunuz? Bütün bunlar sevginin mutlak birer parçasıymış gibi geliyorsa size, sevgi sandığınız bir hissin içinde kayboluyorsunuz demektir. Sevgi tahammül etmek değildir, katla...
Sözde Balyoz Davası, Türk Hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti. Yüzlerce asker iftirayla ve dijital bir kurguyla hâkim karşısına çıkartıldı, tutuklandı, yargılandı ve hatta mahkûm edildi. 17/25 Aralık süreci sonrası Anayasa Mahkemesinin yine tarihi bir kararıyla bu askerlerin tutukluluklarına son verildi, tekrar yargılama süreci başladı, gerçek ortaya çıktı ve beraat ettiler. Bitti mi? Bitmedi. Bunca sahtelik ve kurguya rağmen 7 asker için Yargıtay’da süreç ısrarla devam ettiriliyor. Ayıpta ısrar ediliyor. Önümüzdeki günlerde geri kalan 7 asker için Yargıtay’ın kararı merakla bekleniyor. Bu sözde davada yargılanarak önce mahkûm daha ...
Edebiyatımızın ustalarından Pınar Kür, Bitmeyen Aşk’ta “aşk”ı tüm boyutlarıyla ve çok değişik, alışılmadık açılardan irdeliyor. Edebiyatın ve yaşamın en temel öğelerinden biri olan “aşk”ı duygusal değil de akılcı bir yaklaşımla ele alıp taşıdığı tüm olasılıkları bir bir ortaya çıkarmayı denerken, “klasik aşk romanı”nın konusunu olduğu gibi koruyor ama içeriğini ve anlatımını altüst ediyor. Bunu yaparken okur ve öteki kişilerle birlikte “yazar”ı da romanın başkişilerinden biri olarak olayları keşfetme sürecine sokuyor. Bu “yazar”, Nilgün ile Sinan’ın öznel anlatımlarını kendi nesnelliğiyle dengeleme...
Dostluk bütün kültürlerde vardır ve insanların hayatında etkili olmuştur. Çağımızda her şey yıkılıyor; ihtiraslarımızı okşayanın dışında yerlerine hiçbir şey konulamıyor. Nefsini mabutlaştıranın yalnızlaşması kader olduğundan günümüzün modern dünyasında en ürkütücü hastalık ne kanserdir, ne de kolera; yalnızlıktır. Endüstrileştiğimiz sürece içine girdiğimiz kasırga bizim de bütün değerlerimizi biçiyor. “Daha Dün Yaşadılar”ı okurken, kısa bir süre önce hayata veda eden bu insanların birbirlerine nasıl davrandıklarını, birbirleri için neler yaptıklarını görünce, hangi noktadan nereye geldiğimizi, yüreğiniz burkularak idrak edeceksiniz. [Ötüken Neşriyat]