You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
Mount Qaf tells the story of a Turkish journalist, Emel, who is trying to track down Zahide, an old Pakistani friend she met while studying in the United States. In the course of her investigations, she finds out that Zahide has been arrested as part of the CIA rendition program and has in all likelihood been given a new identity in a clandestine program. As the novel reaches its traumatic, bloody climax, Emel’s identity begins to disintegrate and we can no longer be sure that the new identity that was given to Zahide was not in fact Emel. In Mount Oaf, Müge Iplikçi takes the idea of the outsider and internalizes it so that the story is not about the conflict between East and West or urban and rural, but about the conflict within the head of the main character.
Istanbul. Seat of empire. Melting pot where East meets West. Fingertip touching-point between continents. Even today there are many different versions of the city, different communities, distinct peoples, each with their own turbulent past and challenging interpretation of the present; each providing a distinct topography on which the fictions of the city can play out. This book brings together ten short stories from some of Turkey’s leading writers, taking us on a literary tour of the city, from its famous landmarks to its darkened back streets, exploring the culture, history, and most importantly people that make it the great city it is today. From the exiled writer recalling his appetite for a lost lover, to the mad, homeless man directing traffic in a freelance capacity… the contrasting perspectives of these stories surprise and delight in equal measure, and together present a new kind of guide to the city.
'A tantalising thriller'-- Jason Goodwin Ziya Bey has six months left to live. From his mansion on Farewell Fountain Street, the Ottoman aristocrat plans to tie up some questionable business affairs and say goodbye to the people he cherishes. He hires Artvin, a disillusioned professor with a troubled past, to assist him. Intrigued by his employer's mysterious household, Artvin spends the days uncovering Ziya Bey's turbulent life story. The two men become bound together as they reveal dark elements from their pasts. But when Ziya Bey releases Artvin from his duties sooner than expected, Artvin inherits a spiral of violence he cannot control. In this gripping ride through the streets of Istanbul, two men learn one another's secrets. But can either of them learn to live with themselves?
'What I know about is absence; the endless geography of yearning...’ For Nedim Gürsel, the state of exile isn’t a static condition, applying to a single person in a specific place, but an entire landscape of longing, through which he, and countless other émigrés, must travel; a mobile experience, a moveable feast. In these stories Gürsel crisscrosses modern Europe, settling in some cities — like Paris — for many years, visiting others several times, decades apart. But none of them quite constitutes home. Nor is return to his native Turkey — from which Gürsel was himself exiled for his political writings in the 70s — ever really possible, though through his stories, dreams, a...
LITERATURE A WORLD HISTORY An exploration of the history of the world’s literatures and the many varieties of literary expression Literature: A World Historyencompasses all the world’s major literary traditions, emphasizing the interrelationship of local and national cultures over time. Spanning global literature from the beginnings of recorded history to the present day, this expansive four-volume set examines the many varieties of the world’s literatures in their social and intellectual contexts. Its four volumes are devoted to literature before 200 CE, from 200 to 1500, from 1500 to 1800, and from 1800 to 2000, with four dozen contributors providing new insights into the art of lite...
In a system where my identity, that is to say, my surname, was taken from me when I got married, an act supported by both the state and families, I simply became a wife. When I refused both that stereotype and the marital surname, I became curious about other women’s decisions. I made a politically-grounded documentary promoting individual power and shared it via old and new media. The seventeen-minute documentary Yok Anasının Soyadı (Mrs. His Name, 2012), a form of self-narrative that places the self within a social context, had an impact on the community and created a collaborative meaning. My filmmaking experience spread the seeds, gave birth to this book, created a researcher—me, ...
Kısa öyküyü niçin öykünün ta kendisi olarak anladığımı Öykünün Bahçesi'nde anlatmaya çalışıyorum. Sait Faik, bizim edebiyatımızda öykünün ayrı bir tür olarak ne denli yeri doldurulamaz olduğunu, hem de abartısızca ortaya koydu. Köktenci bir değişikliğe yol açarken, öyküyü şiirin yanında bir yere oturttu, romanın baskısına karşı ona direnç ve kişilik kazandırdı. Türk edebiyatında öykünün her zaman özel bir yeri oldu. Semih Gümüş, ülkemizde 90'lardan başlayarak artan bir ilgiyle okunan, yazılan öykünün izini bir eleştirmen olarak sürdü. Adam Öykü, Notos Öykü gibi dergiler yayınlayarak, yaşanan verimliliğin itici güçlerinden biri oldu, tartışmalar yaratan yazılar yazdı. Öykünün Bahçesi, öyküyü yakından izleyen, sevgiyle okuyan ve eleştiren bir eleştirmenin öykü üzerine yazılarını bir araya getiriyor.
Koca gar binasının içindeki sabah yoğunluğu bir süre sonar Nebiye’yi yutarken Simitçi Hacer, uzun uzun baktı Nebiye’nin arkasından. Sanki bir şey söyleyecekmiş de söyleyememiş gibi. “Neyse dönünce söylerim,” gibi başını salladı. Sonra, “Hiç dönmeyecek ki,” dercesine gözleri garın sabah ışıklarına takıldı kaldı. Çok değil ama... “Ver bakalım abla şuradan bize iki simit,” diyen yorgun ve coşkulu yolcu çiftin gencecik sesine kadar. Genç kadının adının Serin olduğunu duydu duymasına ama bu ad, nedense Hacer’e o anda hiçbir şey ifade etmedi. Konuşmaları da... “O kadar çok aradım ki, ne oldu acaba...” diye gara karışan cüm...
“Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat’ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan bir gün, yine doğum gününüzde, Türkiye diye bir ülkede, teyzenizin askerdeki torununu ziyarete giderken bir trafik kazası nedeniyle sırra kadem bastınız.” Müge İplikçi’nin yeni kitabı bu sözlerle başlıyor. Kalpten Seven İnsanlar’ın bir öykü kitabı kadar gücünü kadim masallardan, anlatılardan alan öykülerin birbirlerine teyellendiği bir kısa roman olduğu da söylenebilir. Neyyir ve Korkut’un kimlikleri aşan, yaşamları kat eden, zamanı altüst eden aşkını anlatıyor aslı...
Çağdaş edebiyatımızın özgün kalemi Müge İplikçi’nin çocuklar için kaleme aldığı ilk öykü. Okurlarını küçük bir çocuğun hayallerinin, özellikle de “uçma tutkusu”nun peşinden sürükleyecek bu ilginç öykü, İstanbul’un yok edilen simgelerinden biri olan Kadıköy’deki eski Salı Pazarı’nda geçiyor. Hayalperest bir çocuğun gündüz düşlerini, okuru gerçek ve hayal arasında duraksız bir yolculuğa çıkararak anlatan İplikçi bu çok renkli öyküsünü, gözardı edilen toplumsal gerçekler ve unutulmaya yüz tutmuş insani değerlerle kurguluyor. Kitap, Mustafa Delioğlu’nun düşleri zenginleştiren usta işi desenleri, Suzan Aral’ın özgün grafik tasarımıyla çağdaş çocuk edebiyatının unutulmazları arasında yerini almaya aday.