You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
Osman Ağa; Babası tarafından bedeli ödenmesine rağmen Balkan harbi'ne gönüllü katılır, savaşta yaralandığı için "topal" lâkabı takılır. I. Cihan harbi'ne doğu cephesinde iştirak eder. Rusların Harşıt Çayını dayanması üzerine Gönüllü milisleriyle birlikte Ruslara karşı mücadele eder. Milli Mücadele kahramanı Topal Osman Ermeni ve Rum çetelerine karşı Karadeniz boylarında mekik dokur. Mustafa Kemal'in muhafız Birliği komutanlığına getirilir. Daha sonra Dumlupınar ve Sakarya Meydan Muharebelerine katılır... Gösterdiği mücadeleden dolayı İstiklal madalyasıyla taltif edilir ve Milis Yarbay rütbesi verilir... Osman Ağa diyor ki: "Ben bu millet uğrunda bacağımı zayi ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icab ederse sedye ile muharebe edeceğim." "Eğer geri çekilirken veya yara alır da yürüyemezsem beni düşmana sağ teslim etmeyin. Beni vurun ondan sonra çekilin" "Paşa Hazretleri'nin muhafazası yalnız ve yalnız size aittir. O'nu her yerde siz koruyacaksınız. Uçan kuşlardan dahi. Paşa Hazretleri'ne en ufacık bir şey olursa kendinizi yok bilin. Hatta ve hatta geride bıraktıklarınızı da...
Her yörenin bir tarihi vardır. Ancak bazı yöreler vardır ki, üzerinden tarihin suları çok coşkun akmış, akarken sel yapmıştır. Eynesil yöresi de yakın tarihin fırtınalarında sürüklenmiş, çok badirelere tanık olmuş, yörenin yaşadığı tarihsel fırtınaların izleri günümüze dek ulaşmıştır. Modern çağda Türkiye’de “yerel tarih” hak ettiği yeri henüz bulamamıştır. Bunun en açık ve acı örneği, büyük fedakârlıklarla araştırmalar yaparak, ülke tarihi için önemli sonuçlar ortaya çıkaran, ancak her koşulda “yerel tarihçi” tanısıyla ötelenen tarih araştırmacılarının varlığıdır. Esasen, yerel tarih olmadan, yani mikrolar ortaya konulmadan, bu yapı taşları kullanılmadan “genel tarih”in eksiksiz olacağı düşünülemez. Bu eserde, Eynesil çok yönlü olarak ele alınmıştır. Ad menşei, tarih, kültür, sosyokültürel yaşam, ekonomi, nüfus, coğrafya, yaylacılık, spor, eski eserler, köprüler, mezarlar, dokumalar, sözlü edebiyat ürünleri, hatıralar ve daha birçok şey Eynesil özelinde bu çalışmada yer almaktadır.
Geçmişi konargöçer bir hayat tarzına sahip olan bir millet için yayla ve yaylacılık oldukça önemlidir. Yaylanın toplumsal yaşamdaki karşılığı, başta hayvancılığa ve kısmen tarıma bağlı bir yaşantının sürdürüldüğü yazlık konaklama yeri olarak düşünülebilir. Özellikle yazların sıcak olduğu nemli iklimlerde yaylacılık faaliyeti oldukça yaygındır. Çünkü yaylaların iklimleri ve gür otlakları hayvancılığa elverişli bir yapıya sahiptir. Anadolu’nun her bölgesinde yaylacılık faaliyetinin sürdürüldüğü bilinmektedir. Karadeniz Bölgesi ise yaylacılığın tüm yönleriyle yaşatıldığı bir bölgedir. Dolayısıyla yayla kültür...
Osman Ağa, 1883 yılında Giresun’un Hacı Hüseyin Mahallesi’nde doğdu. Babası Feridunzade Hacı Mehmet Efendi, annesi Zeynep Hanım’dır. Babası tüccar dedesi Hacı İsmail Efendi ise kaptandı. Gençliğinde deniz ve tütün ticaretiyle meşgul olan Osman Ağa iki evlilik yaptı. İlk evliliğini Panazzade Hacı İsmail Ağa’nın kızı Hatun Hanım’la, ikinci evliliğini Dervişoğlu Zehra Hanım’la yaptı. İlk eşinden İsmail ve Mustafa adında iki oğlu vardı İkinci eşinden hiç çocuğu olmadı. Ailesi denizcilik ve ticaretle uğraştığından durumları oldukça iyiydi. Düzenli bir eğitim görmediği halde zeki, akıllı, atılgan bir kişiliğe sahipti. “Eğer geri çekilirken veya yara alır da yürüyemezsem beni düşmana sağ teslim etmeyin. Beni vurun ondan sonra çekilin!”
Sinop’u Strabon anlatır: “... Palamut en önemli balığıdır.” Cevat Ulunay iki bin yıl sonra ekler: “Oynamayan balığı ölmüş kabul ediyorlar ve ölü balık diye yemiyorlar?” “Şeytanın oğlunun doğduğu bu yer, günün asla açık ve güneşin parlak olmadığı, gökyüzünden bulutların hiç eksilmediği ve sürekli kışı andıran hava şartlarının egemen olduğu bir yöre” diye yazıyor Tertullian. Bir zamanlar birbirinden farklı medeniyetlerin başkenti, Fatih Sultan Mehmet’in “Âşıklar Adası” iken Kazak baskınlarından sonra ‘Sürgünler Kalesi,’ “her birinin bıyığından on adam asılır nice azılı” iflah olmaz mahpusların da son durağı bir kasabaya dönüşür güzel Sinop. Düne kadarsa, hemşehrilileri Diyojen’in arkasından ‘aman kimse kaçmasın’ diye kapattıkları kale kapısının içinde keyf bağışlamamakla lanetli insanların yaşadığı bir yerdi. Günümüzdeyse, Sinop epik geçmişinin ayak izlerinden yükselen mistik bir öneme kavuşuyor.
Giresun şehrinde mevcut veya yıkılmış Osmanlı dönemi yapılarıyla ilgili elde edilebilin tüm veriler, elinizdeki bu kitapta derlenerek bir metin ortaya konulmaya çalışılmış, halkımızın bilgi sahibi olması amaçlanmıştır. Ulusal arşivlerden elde edilebilen ve mahilli kaynaklardan sağlanan bilgi ve belgeler değerlendirmeye tâbi tutularak neticeye gidilmiştir. Böylece şehrin geçmişine ışık tutan bilgilerle gelecek nesillerin buluşturulması, kuşkusuz önemli bir hizmet olacaktır.
“Bu kitabı yazarken haddimizi kendimiz tayin ettik. Bizi hadsiz bulacakların bize tayin edecekleri haddi umursamadık. Bu kitap niçin yazıldı? Tüm insanlığın katili, cani küresel ezoterik çetenin ifşa edilmesi gerekiyordu. İnsanlıkla kedinin fare ile oynadığı gibi oynayan bu Çıfıt, yani şeytansı örgütün haklılıkla kuşatılıp mahkûm edilmesi elzemdi. Türk devletlerinin bu Çıfıtlığın zebunu olarak nasıl çöktüklerini, yönetimlerinin hangi sebeplerden ötürü vesayet altına girdiğini ve vesayetin esaretinde nasıl bir zillet yaşandığını; vesayetten çıkma çabalarını, mücadelesini, özellikle genç nesillere anlatmak için bu kitabı yazdı...
Eser, etnografya ve sosyoloji disiplinlerine asina olmayan okuyucular için kisa ansiklopedik bilgiler ile baslamaktadir. I. Bölüm’de, etnografik ve sosyolojik arastirmanin terimsel tanimlari verilmis, bir sivil toplum kurulusunun yapisal ve kültürel haritasinin bu tanimlar araciligi ile nasil çizilebilecegi tartisilmistir. II. Bölüm, demokratik toplumlarin vazgeçilmez unsuru olan sivil toplum kuruluslarinin sosyolojik islevlerine deginerek, Almanya’da aktif olarak faaliyet gösteren bazi Türk derneklerini tanitmaktadir. Bunun yaninda, Dernek Sosyolojisi alani içinde degerlendirilebilecek, Alman ve Türk akademisyenler tarafindan daha önce yapilan çalismalar bu bölümde zikr...
Les montagnes pontiques : des montagnes escarpées et pluvieuses au pied du Caucase, dont les habitants sont réputés dans tout le pays pour leur supposée niaiserie et leur passion des armes à feux. On est là dans un monde rural, à l’économie encore partiellement pastorale. Un monde d’hommes surtout, où les femmes sont dites « données » et « prises ». On y danse et on y chante principalement au son nasillard du kemençe, une petite vièle en bois à trois cordes, lors d’événements collectifs qui mobilisent à l’occasion plusieurs centaines de personnes. Domination des hommes qui dansent « dressés » sur les femmes qui dansent « lisses », rivalité entre les localités les plus pauvres, tensions entre les hommes pour le pouvoir de mener les autres, violences et vexations infligées à celui qui se pique de « faire l’artiste », l’enquête présentée ici vise à saisir la production musicale dans ses ressorts les plus politiques. Et d’abord : comment une société se structure dans un certain partage de la musique ?