You may have to Search all our reviewed books and magazines, click the sign up button below to create a free account.
“Pandemi sebebiyle herkesten ve her şeyden uzak kaldığımız, evlatlarımıza, ebeveynlerimize sarılamadığımız günlerde Halil İbrahim İzgi kalemiyle dünyaya sarılıyor. Annemin Coğrafyası’nı okurken yazarın acaba içimi nasıl okuduğunu, derdimi nasıl dile getirdiğini düşündüm. Annesinden aldığı coğrafya, kültür ve medeniyet bilgisi eşliğinde İzgi, bizi edebiyatla uyandırmaya çalışıyor. Bu kitap, aynı zamanda elimize bir ayna da tutuşturuyor. Kendimizle yüzleşelim, etrafımızda, yanı başımızda olanları görelim diye. Yüzümüzden, gönüllerimizden lekeleri silelim diye.” Amina Šiljak-Jesenković Halil İbrahim İzgi, Saraybosna ile başladığı edebiyat yolculuğuna annesinin rehberliğinde devam ediyor. Annemin Coğrafyası Üsküp’ten Tebriz’e, Travnik’ten Bakü’ye çizilen sınırları aradan kaldırıyor ve okuruna yepyeni bir harita sunuyor.
Yüzyıl sonra geçmişinin izlerini aramak için yollara düşen Cüda, sırtında kamp çantası aklında binlerce soru ile öz topraklarını ziyaret etmek için hayatındaki birçok şeyden vazgeçer. Derinleri kazıdıkça karşılaştığı hikâye aynı zamanda içinde bulunduğu kararsızlığın, git-gel halinin de iyileşmesine yardımcı olur. Cüda, Halil İbrahim İzgi’nin kaleminden attığı her adımda hiç görmediği hayatın kalp atışlarını duymak için köklerine göç eden Cüda’nın hikâyesi. Karmaşık bir rüyanın içinde tüm geçmişini oluşturan kişiler, Başçarşı ve Vratnik... Cüda, iki ayrı yolculuğu aynı anda okumak için okuyucusunu bekliyor...
“Dünya geçiciydi ve hepimizin yolu bir gün, Sultan Aziz Çıkmazı’na düşecekti.” Çocukluğunuzu beraber geçirdiğiniz yakın arkadaşınızı hatırlar mısınız? Hâlâ yanınızda mı, yoksa yüzünü bile tanıyamayacak kadar uzun zaman mı oldu? Ya bir gün geri çıkıp gelir, karşınıza dikilir ve sizden geçmişin kapılarını aralamak için kendisine vakit ayırmanızı isterse? O kapıyı aralar mısınız? Peyami, çocukluk arkadaşı Safa’yı hiç beklemediği bir anda karşısında bulur. Ancak bu, sıradan bir karşılaşma değildir. Safa, geçmişle birlikte geleceğin yükünü getirmiştir yanında. Peyami ise hayatının geri kalan kısmını Safa’nın esameleriyle tamamlayacağını bu hikâyenin sonunda öğrenir. Halil İbrahim İzgi’nin yeni romanı Sultan Aziz Çıkmazı, bir sonbahar yaprağının usulca kendini rüzgâra bırakması gibi; hüzünlü ama bir o kadar gösterişli. Kim bilir belki de hepimizin yolu bir gün, Sultan Aziz Çıkmazı’na düşecektir.
37. sayımızla huzurlarınızdayız. Ekoloji ve edebiyat. Üzerine az konuştuğumuz ama çok önemsememiz gereken bir konu. İklim değişikliğinin acı sonuçlarını her geçen gün daha yakından görmemiz, insanoğlunun tabiata verdiği zararların aşırı sıcak ya da aşırı yağış olarak bize dönmesi, fıtratımızın toprağa yatkınlığı ve metropollerde toprağı/yeşili zor bulmamız, tüm teknolojik gelişmelere rağmen hâlâ huzur dediğimizde aklımıza yeşil ağaçların ve masmavi denizlerin gelmesi konunun önemini anlamamıza yardımcı olur mu? Tabiat ve okur yazarlık ayrı düşünemeyeceğimiz şeyler. Peki edebiyat dünyamız geçmişten bu yana çevreye na...
23. sayımızla huzurlarınızdayız. Epeyce hüzünlüyüz. Geçtiğimiz birkaç ay içerisinde yaşadığımız ağır kayıplar bizi sarstı. Dergimizin kuruluşundan bu yana yayın kurulunda aktif görev alan, çocuk edebiyatı sayfamızı hazırlayan kıymetli Rabia Gülcan Kardaş’ı genç yaşında kaybettik. Onu hep güler yüzü, merhametli duruşu, özverili çalışmaları, bilhassa çocuklarla ilgili eser üretme kaygısı ve dinmeyen heyecanı ile hatırlayacağız. Hatırası bizim için aziz, kendisine Allah’tan gani gani rahmet; başta eşi Hamit Kardaş olmak üzere yakınlarına sabırlar diliyoruz. Fikir dünyamızın öncülerinden Sezai Karakoç ve Teoman Duralı da ...
Sözlerime hamd ile başlamayı diliyorum bu ay. Şükürden aciziz, çok mutluyuz. Ekim ayı ile birlikte GENÇ Dergimizin 13 senesi geride kalmış oldu, 14. senemize yani yeni kampanya dönemimize girmiş olduk. Her sene bu zamanlar, tarifsiz bir sevinç yaşadığımız doğrudur. Seviyoruz dergiciliği, seviyoruz güzel ekiplerle birlikte umutla yol almayı, seviyoruz insanları. Gücümüzün yettiği kadar hayırlarda koşturmaya gayret ediyoruz, dergimizde yer alan kıymetli yazılar, güzel sözler, ilham verici fikirler, nitelikli röportajlar vs. vesilesiyle dünyayı güzelleştirmeye, kalplere dokunmaya çabalıyoruz. Ekim ayları bizde değişim, yenilik aylarıdır. G...
35. sayımızla huzurlarınızdayız. Bu sayıyla birlikte dergimiz 8. yılına girdi. Matbu yayıncılığın, hele hele süreli yayınların zar zor ayakta kaldığı günümüzde bize bu gururu yaşatan tüm okurlarımıza, yazarlarımıza, mutfak ekibine, yayın kuruluna, destekleyen herkese gönülden teşekkür ediyoruz. Umarız nice yıllar bu sayfalarda iyi kitapları sizlerle buluşturmaya devam edebiliriz. Derginiz Okur yine doyurucu bir dosyayla karşınızda. Direniş edebiyatını, direnişin kitaplarını işlediğimiz dosyamızı Rumeysa Betül Tuncay ile Kübra Ramazan Kaya birlikte hazırladılar. Filistinlilerin özgür bir ülke ve haysiyetli bir hayat için verdikleri des...
25. sayımızla huzurlarınızdayız. Kamu yayıncılığı üzerine bir dosya çalışması yapmak daha önce prestij kitaplar dosyası yaptığımız için başta bizi bir miktar endişeye soktu, acaba tekrar aynı şeyleri söylemeden nasıl bu konuyu işleyebiliriz diye. Sağolsun Yusuf Turan Günaydın dosyayı hazırlamayı kabul ettikten ve bize bir dosya haritası sunduktan sonra bu endişenin yersiz olduğunu anladık. Kamu yayıncılığını tarihi serencamından Türkiye ve diğer ülkeler kıyaslamasıyla, sorunlar ve çözümler üzerinde durmasıyla ve alanın uzman isimlerinden alınan görüşlerle derli toplu ve doyurucu bir dosya çalışması hazırladı. Kamu yay...
“Tuzlu deniz suyu gibiydi fotoğraf, gördükçe hasreti artırıyordu. Hatıra kuyusunun içinden suyu çekip taşları dolduruyordu.” Bu romanda zaman çarkı, Camera Obscura’nın devrinde dönüyor. İbrahim, bu makinenin vizöründen dünyayı seyrediyor. Kendi dünyasını, Nihan’ın, Semiye’nin, Halep’in, Nur’un, İstanbul’un dünyasını… İnsan bir fotoğraf karesine sığar, bir fotoğraf karesinde donar ve bir fotoğraf karesinden gün olur göremediklerini görür. İbrahim’in yolculuğu o karelerin arasında geçiyor. Halep’te başlayan öykü İstanbul’a uzanıyor, en sonunda da kalbinden vurulmuş Halep şehrine hüzünlü bir el sallayışla nihayete eriyor. Tüm bunların arasında ise nice olaylar gelip geçiyor, nice duygular, hasretler, bekleyişler yaşam sahnesini dolduruyor. Halil İbrahim İzgi, coğrafyalar arasına koca bir fotoğraf karesi seriyor ve ismine Camera Obscura diyor.
Hiç unutmuyorum, genç kardeşlerimden biriyle, ilgi duyduğumuz konferanslardan birine katılmıştık. Genç arkadaşım uzun süre konuşmacıyı muhabbetli nazarlarla süzmüş, ağzından çıkan cümlelerin çoğunu not etmiş ve sona doğru mest olmuş bir yüz ifadesiyle bana doğru dönüp aynen şöyle demişti: - Süleyman Abi, adamın anlattıklarından daha çok şu tatlı üslubu var ya, gerçekten bitiriyor beni. Çok önemli bir meseledir “üslup” meselesi, hem olumlu hem de olumsuz manada “bitirebilir” insanı. Mâlumunuz, tatlı dil yılana dahi tesir eder, sözün bazısı savaşı bile sona erdirir, şahsiyetli bir kişilik ortaya koymak halk dilinde “samimi...